TANDOĞAN UYSAL: Türkiye Bir Yeşilçam’ı Bile Yaşatamadı!

Nostaljinin Ötesinde Bir Kültür Hafızası
Yeşilçam, sadece bir sinema akımı değil; bir dönemin ruhuydu. O filmler, bir milletin gülüşünü, ağlayışını, umutlarını, yoksulluğunu, dayanışmasını ve hayallerini perdeye taşıdı. Her karakter, her sahne, Türk halkının kolektif hafızasında derin izler bıraktı. Ama ne yazık ki, bu hafızanın yaşatılması için ne sinema politikaları geliştirildi, ne de Yeşilçam’ı gelecek nesillere taşıyacak bir vizyon ortaya kondu.
Plazalar Yükseldi, Emek Sineması Yıkıldı
Bir zamanlar İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nda sinema salonlarında hayat bulan Yeşilçam, şimdi yerini AVM’lere, zincir sinemalara ve dijital platformlara bıraktı. Emek Sineması’nın yıkılması bu kaybın sembolüydü; bir kültür mirası göz göre göre yok edildi. Oysa dünya metropolleri, kendi sinema geçmişlerini koruyarak kültürel turizmi canlandırıyor. Türkiye ise bir Yeşilçam Sokağı’nı bile doğru düzgün ayağa kaldıramadı.
Yeşilçam’a Değer Vermemek, Kendine Değer Vermemektir
Kemal Sunal’ı, Türkan Şoray’ı, Kadir İnanır’ı, Ayhan Işık’ı, Adile Naşit’i yetiştiren bu sinema dünyası, aynı zamanda halkın içinden çıkmış hikâyelerle Türkiye’nin sosyal tarihini de kayıt altına aldı. Bu mirası yaşatmamak, sadece geçmişi değil, toplumsal kimliğimizi de silmek anlamına geliyor.
Geç Kalmadan Bir Adım Atılmalı
Yeşilçam’ın fiziksel ve kültürel mirası hâlâ tamamen yok olmuş değil. Bir sinema müzesi, arşivler, belgeseller ve genç kuşaklara yönelik Yeşilçam eğitim projeleri ile bu hafıza yeniden canlandırılabilir. Çünkü Yeşilçam’ı yaşatmak, aslında Türkiye’nin kendini yeniden hatırlamasıdır.